
2002-2003 Akademik Yılı başlarken, yazmakta olduğum disiplinlerarası doktora tezi sebebiyle sanat ve tasarım konusunda bir arayışa girmiş, İstanbul Bilgi Üniversitesi Tasarım Kültürü ve Yönetimi (TKY) programına kaydolmuştum. 2003 bahar aylarında da Dr. Özgür Uçkan’ın modülünü alma zamanı gelmişti. O zamana kadar aldığım ve verdiğim eğitimlerden çok daha farklı bi deneyim yaşamaya daha ders başlamadan bize dağıtılan CD ve notlar sayesinde başlamıştık, dersin temposu rehavet gibi bir kavramı gündemimizden uzaklaştırırken, öğrendiğimiz şeyleri hazmetmek ve kullanmak belki ilerleyen yıllara yayıldı. Dr. Özgür Uçkan ile daha sonra hem TKY hem de sanat ve kültür yönetimi lisans ve yüksek lisans programlarında beraber çalıştım. Birçok kişi onu aslında benim de yolumun ilk kesiştiği bilişim, bilgi yönetimi, internet ve dijital haklar konusunda daha yakından tanımış olarak tanıtacaktır. Ancak benim onunla çok uzun yıllar paylaştığım hayal, yaratıcı endüstriler üzerineydi. Özgür Uçkan kendi içinde çelişkili gibi duran bu disiplinlerarası alana her iki alana gereken ilgiyi ve önemi atfederek yaklaşmış, bir süreç yönetiminin en iyi şekilde ancak içeriğe de hakim olarak yapılabileceğini aşağıdaki satırlarıyla belirtmiştir:
” Kültür ve ekonomi arasında aynı zamanda sorunlu bir ilişki de vardır. Ama bu sorun aslında bir algı sorunudur. Ekonomi devreye girdiğinde kültürün değersizleşeceğine inanılır. Oysa kültür zaten bir ekonomidir. Ekonomi de ancak kültürel zenginliğin olduğu yerde gelişir. Kültürün aynı zamanda bir ekonomi olması onun değerini düşürmüyor. Tam tersine kültürlerin ekonomik değerleri onların iletişim değerlerini ve etki alanlarını artırıyor…..Elbette bu durum, iki alan arasındaki ilişkinin dikkatli bir şekilde yönetilmesinin gerekliliğini ortadan kaldırmıyor. Bu biraz ekonomide adil rekabet koşullarının oluşturulmasının gerekliliğine benziyor. Her şeyi kısa vadeli çıkarlara bağladığınızda sürdürülemez bir tekelcilik ortamı yarattığınız gibi, en çok alınıp satılan kültürlerin tahakkümüne izin vermek kültürel zenginliği ve çeşitliliği yaralıyor. Bu yüzden gerek ülkeler gerekse uluslararası kuruluşlar ve Avrupa Birliği gibi ağ-devletler “kültür politikaları” geliştiriyor.”
Kültür yönetimi ve politikaları alanına giriş niteliğinde olan bu tespit, yalnız teorik tartışmada değil aynı zamanda pratik projelerle Özgür Hoca’nın gündemini oluşturdu. Bunlarda 2010 AKB öncesi en heyecan verici proje, danışmanı olduğu Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) ile yaptığı bilişim ve inovasyon çalışmaları dahilinde “yaratıcı kümeleri” (creative clusters) ön plana çıkarmak ve yaratıcı endüstrilerde “serbest bölge” kavramını tartışmaya açarak bu endüstrilerin gelişmesine yönelik politik düzenlemeler yapmaktı. Bunun için düşünülen bölge, o tarihte santralistanbul, Rahmi Koç Müzesi, Şapka Fabrikası- Tasarım Kütüphanesi, çeşitli zanaat mirası ve yeni kurulan dizi platolarıyla UNESCO Kültür Mirası içinde yer alan Fener ve Balat’ın da yer aldığı, karşı kıyıda kongre merkezinden İKSV’nin Deniz Palas’ına kadar uzanan Haliç bölgesiydi. Kültür ve eğitim yatırımlarının yanında ciddi bir kültür mirasına sahip olan bölgede, yaratıcı endüstrilere yönelik girişimlerin artması için altyapı, iletişim ve ulaşım bağlantıları, finansal teşvik ve muafiyetleri kapsıyordu. Günümüzde Ar-Ge ve inovasyon çalışmaları için bilgi transferini sağlayacak TTO’lerinin üniversite kampus yapılarının içinde kurulması, bazı şehirdışı kampus yapılarında şehir yaşamı ve yaratıcı enerjiden kopukluğu doğurduğu için, İstanbul’un eski merkezlerinden birinde oluşacak bu yapılanma bu yaratıcı enerjiyi de koruyacak nitelikte kurgulanmıştı. Özgür Hoca bu yaratıcı ve yapıcı projelerin gerçekleşmesi için her zaman önemli paydaşları, özellikle önemli STK’ları devreye sokmuş bir araştırmacı olarak, TİM ile tasarlanan bu projeyi kültür ve sanatla ilgili gündemin yoğun olduğu 2010 yılında birçok ortamda teleffuz etti. Hatta Kasım 2010’da YEKON Yaratıcı Endüstriler Konseyi Derneği’ni kurmak için yaptığımız Arama Konferansı’nda konuğumuz olarak bu çabaları düzenli bir şekilde birçok dernek temsilcisiyle paylaşmak suretiyle her zamanki gibi ufuk açmıştı.
Ben Özgür Hoca’dan öncelikle “bilginin paylaştıkça çoğalma” mitinin yalan olmadığını öğrendim. Başta kendi web sitesi, her türlü sosyal medya (slideshare, scribd, twitter vs.) aracını kullanarak, özellikle demokratik erişime açık her ortamda çalışmalarını en geniş kapsamıyla paylaşmaktan imtina etmemiş bir araştırmacıydı. Bunun yanında Özgür Hoca’nın yıllar itibariyle çevresinde oluşan gruplardaki insanların temel özelliğine baktığımızda, hiçbir zaman üretmekten vazgeçmeyen bir grup görüyoruz. Bu Türkiye gibi özellikle kültür yönetimi ve politikaları gibi hassas alanlarda çok devingen bir ülkede çok yoğun bir adanmışlık ve öz disiplin gerektiriyor. Ama onu yitirdiğimiz günlerde gözlemlediğimiz gibi bu grup bir avuç insandan oluşmuyor, dünyanın neresinde üretirse üretsin bağlantısını koparmayan ve birbirinden beslenen, sorgulayıcılığını elden bırakmayan özel bir grup.. Sanırım ondan kalan ve beslemekle yükümlü olduğumuz en değerli mirasımız..